Mehmet Akif Ersoy’u ölümünün 80. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz

 

MEHMET AKİF ERSOY

Mehmet Akif Ersoy 1873 yılının son aylarında İstanbul’da doğdu. Babası Fatih medresesi hocalarından İpekli Mehmet Tahir Efendidir. 4 yaşındayken Fatih’te Emir Buharî mahalle mektebine gider. İlk öğrenimini Fatih muvakkithanesi yanındaki iptidaî mektebinde tamamlar. Sonra Fatih Merkez Rüşdiyesi’nde okur. Arapça-Farsça ve Fransızca öğrenir. Rüşdiye’yi bitirdikten sonra Osmanlı bürokratlarının yetiştiği Mülkiye Mektebi’ne gider. Mülkiye’de 3 yılını tamamlamıştır ki iki büyük felâket yaşar. Önce babasını kaybeder. Aynı yıl Fatih’teki evleri yanar. Bu felâketlerden sonra ailesinin sorumluluğunu yüklenip, Mülkiye’yi bırakmak zorunda kalır. Mezun olduktan sonra iyi bir iş bulma imkânı tanıyan Mülkiye Baytar Mektebi’ne gider. 1893’te Baytar Mektebi’ni birincilikle bitirir.

                1893’te Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytariyye (Tarım Bakanlığı Veterinerlik İşleri) şubesine memur olur. Resmi vazifelerle Rumeli-Arnavutluk-Anadolu ve Arabistan’a gider. Görevi köylerdeki bulaşıcı hayvan hastalıklarıyla ilgilenmektir. Bu görev sayesinde Türk halkını yakından tanıma imkânı bulur. Buralardaki halkın fakirliğini, sefaletini görür. Bu görevi 1913’ün sonlarına kadar sürdürür. Görevinden istifa ettikten sonra hocalığa başlar. Halkalı Ziraat Mektebi’nde kompozisyon, Darülfünûn’da edebiyat dersleri verir.

                Balkan Savaşı yılları hayatının çok ıstıraplı bir dönemidir. Balkanlar’da Türklerin uğradığı katliamlara Batı’nın ilgisiz kalması, bir milletin sonunun getirilmek istenmesi, ata topraklarımızdan sökülüp atılmamız Akif’i çok sarsar. Sadece yazdıklarıyla değil Fatih, Süleymaniye ve Beyazıt camilerinde verdiği vaazlarla da uğradığımız bozgunu anlatır ve halkı uyandırmaya çalışır.

                Balkan Savaşı’nın yaraları sarılmadan I. Dünya Savaşı’na girmemizi doğru bulmasa da ordumuzu destekler. Çanakkale cephesinden gelen güzel haberler kaybettiği ümidi tekrar yakalamasını sağlar.

Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,  /Sevinme bir, acı bir, gaye aynı vicdan bir.

Değil mi sinede birdir vuran yürek… Yılmaz; / Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!

diyerek Çanakkale’de gördüğü milli birlik ve beraberliği haykırır.

                I. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’ya gider. Bu seyahat üzerine “Berlin Hatıraları”nı yazar. Daha sonra çöl yoluyla Necid ve Medine’ye gider. Bu seyahatler ona doğu ve batı dünyasını karşılaştırmada sağlam bir gözlem ve malzeme imkânı sağlar. Bu seyahatini “Necid Çöllerinden Medineye”  adlı şiirinde anlatır. Savaşın son senesinde Lübnan’a gider.

                30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve memleketimizin tamamen düşman işgali altında kalması üzerine Akif istiklâlin sağlanması için milletçe silahlı mücadele yapılması için yazılar yazar. İlk direnişin Balıkesir’de başlaması üzerine Balıkesir’e gider. Vaaz verir. Halkı milli birlik içinde düşmana karşı koymaya çağırır. 1920’de Mustafa Kemal’in davetine icabet ederek İstanbul’dan Ankara’ya geçer. Ankara’da vaazları ile halkı aydınlatır. Konya’da çıkmak üzere olan ihtilali vaazları ile bastırır.

                I.Millet Meclisi’ne Burdur milletvekili olarak girer. Kastamonu’da verdiği vaazda 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Anlaşması’nın kabul edilemeyeceğini haykırır. Bu vaaz çoğaltılarak memleketin her yerine özellikle de cephelere dağıtılır.

                İstiklal Marşı için yarışma açılır. Akif yarışmaya katılmaz. Sebebi ödül olarak verilecek 500 liradır. Oysa Akif’in hakikaten paraya ihtiyacı vardır. Buna rağmen para ödülünü reddederek yarışmaya girmez. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, eğer kazanırsa ona paranın verilmeyeceğini taahhüt edince Akif yarışmaya girer, kazanır. (12 Mart 1921)

                1923’te İstanbul’a döner. Yine maddî sıkıntı içindedir. Aynı yıl Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gider. Orada Edebiyat Fakültesinde Türkçe dersleri verir. Sonra İstanbul’a döner. 1925 yılında Diyanet İşleri Riyaseti ondan Kuran-ı Kerim’i Türkçeye çevirmesini ister. 1926’da tekrar Mısır’a döner. Kuran tercümesini yapabilmek için 6-7 yıl çalışır.   Mısır’da iken siroz hastalığına yakalanan Akif, tedavi için İstanbul’a gelir. 27 Aralık 1936’da vefat eder. Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir.

                Akif karakter bakımından tamamen dışa açık bir insandır. Allah’a ve ahirete önem verdiği gibi yaşadığı dünya ve toplumun sıkıntılarıyla da yakından ilgilidir. Dünyevî ve sosyal bir şair olan Mehmet Akif hem bir edebiyatçı hem bir düşünce adamı olarak yaşadığı çağın getirdiği ve istediği değişimlerin farkındadır. Baytar Mektebi’nde Batı’nın modern ilim ve tekniğiyle tanışan Akif, bunların hayatî önemini fark etmiştir. Bu nedenle “Alınız ilmini Garb’ın” diye seslenir. Gençleri “maddenin kudret-i zerriyesi” diye adlandırdığı atom araştırmalarına yönlendirir. “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeli İslâm’ı” diyerek din ile çağdaş medeniyeti uzlaştırmak gerektiği vurgular. Azimsiz tevekkülün tembelliğe, tembelliğin de toplumu çökertmeye yol açtığını bilir ve sık sık çalışmayı öğütler. Dünyaya, hayata ve insana realist bir gözle bakan Akif yaşanan hayatı edebî esere sokmuş, sosyal yaraları yansıtan manzum hikâyeler yazmıştır. II. Meşrutiyet, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı yıllarını en iyi anlatan şair odur.

                “Girmeden tefrika (bölücülük) bir millete düşman giremez

                  Toplu vurdukça yürekler onu top sindirmez” 

beyiti sadece yazıldığı döneme değil her devre seslenen ve milli birlik ve beraberliğin anlamını duyuran mısralardır. Milletçe bütünlüğü bölücülüğün karşısında tek direnme yolu olarak gören, felâketle karşılaştığı her anda Türk milletini azimle mücadeleye, birlik, beraberlik ve dayanışmaya çağıran, kaderini milletinin kaderiyle bir tutmuş Mehmet Akif’i ölümünün 80. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz.  (Kaynak: Prof. Dr. Alev Sınar Uğurlu)

Sosyal-Paylaşım

Anasayfaya Dön Son Haberler Haber Arşiv

Haber Tarihi : [26-Ara-2016]

Haber Görüntüleme : 3.330 - 0